Siber güvenlikle ilgili en stratejik adım kendi
teknolojini üretebilmektir şeklindeki bir fikrime karşılık bir arkadaş “Peki
fikir yoksa yeni bir ürün üretecek? Ya da küresel çapta başarılı olamayacaksa?
Ya da oluru ile ilgili bir şey?” diye sordu.
Benim kısa cevabım ise “Fikir yoksa ya da küresel çapta başarılı olamayacaksa
zaten stratejik bir pozisyon hedeflemiyor demektir.”
Oldu. Uzun cevabımı ise bu yazıya sakladım.
Bir söz vardır “Hiçbir taklit aslını geçemez” diye.
Taklitler sadece aslını yaşatır. Dolayısı ile eğer kendi orijinal teknolojimizi
üretmezsek hep arkadan takip ediyor olacağız.
Eğer soruya gelirsek üretemiyoruz o zaman ne yapalım? Bu
soruda eğer bir kadercilik yok ise satın aldığımız sistemleri (en)
iyi kullanmayı ve ayarlamayı (configuration) öğrenmek bir pazar ve
dolayısı ile gelir sebebi olmakla birlikte Milletçe bir toplumsal handikabı da
beraberinde getirebilir. Bu handikabı detaylı örneklendirmek gerekirse; dünya
pazarında rekabet edebilecek bir teknoloji üretmek uzun yıllar gerektiren bir
yatırım gerektirir, bununla birlikte mevcut bir sistemi kullanmayı öğrenmek
veya ayarlamayı öğrenmek nispi olarak çok kısa bir sürede öğrenilebilir. Bu da insanları
bu alana kanalize eder ve stratejik alan boş kalır. Böylece
·
Satın aldığımız F-16 ların bir yerlerden izin almadan 36.
paraleli geçememesi
·
Mavi Marmara olayında bir güvenlik sisteminin bir Türk
sitesini çok kısa bir sürede bütün dünyada kara listeye atması
Gibi olaylarla karşı karşıya kalmanızı önleyemezsiniz. O
zaman da ben sistemi çok iyi kullanıyorum veya ayarlarını yapıyorum hatta
konumlandırıyorum vs.. demenin stratejik bir anlamı kalmayabilir.
Diğer bir handikap da konsantrasyonun hep mevcut bir
sistemi kurmak, ayarlamak, konumlandırmak olduğu için onu takip eder bir kalıba
girilecek ve stratejik derinlik kaybolabilecektir.
Hazır bir sistemin kullanım, kurulum ve ayarlanması
zanaatkârlık a benzetilebilir. Teknoloji üretmek ise sanatkârlık olarak
bakılabilir.
Siz neyin önünü açarsanız halk ona rağbet edecektir.
Bizde bir atasözü vardır. Marifet iltifata tabidir diye. Eğer zanaatkârlık rağbet görürse herkes
zanaatkâr, sanatkârlık rağbet görürse herkes sanatkâr olmak isteyecektir. ABD
her 1 milyon Amerika’ya karşılık yaklaşık. 4000 bilim adamına, Japonya 5000
bilim adamına sahiptir.
Yukarıdaki handikapların örtüşmesi durumu bizde çok
yaşanır. Türkiye’nin en iyi üniversitelerinin teknik bölümlerinden (Temel
Bilimler, Mühendislik vb.) mezun ve Türkiye şartlarında başarılı gençler çokça
ya satış&pazarlama veya teknik destek pozisyonlarını tercih ederler. Eğer
tekrar etmek gerekirse; dünya pazarında rekabet edebilecek bir teknoloji
üretmek uzun yıllar gerektiren bir yatırım gerektirir, bununla birlikte mevcut
bir sistemi kullanmayı öğrenmek veya ayarlamayı öğrenmek nispi olarak çok kısa
bir sürede öğrenilebilir ve büyük rekabetçi birikimler gerektirmez. Başka ülkelerin
en akıllı, en zeki gençleri bilim yapmak üzere temel bilimleri tercih ederken,
bizim memlekette hizmetlerle alakalı dalları tercih ediyorlar. Ben gençlerin
doğru tercih yaptıklarını düşünüyorum. Yaptıkları tercihler kendileri için
doğru, memleket için kötüdür. Marifet iltifata tabidir sözünü burada tekrar
hatırlatmakta fayda var.
Mühendis
ülkesiyiz ama iyi mühendis ülkesi olduğumuz söylenemez. Trafoların
patlamasından, trafik sıkışıklığından, depremlerde yıkılan evlerden, iş
kazalarından, kaldırımların ve yolların halinden, sellerden, internet
kesintilerinden, her şeyimizden belli iyi mühendis ülkesi olmadığımız. [Prof.
Ali Nesin / Bilgi Üniversitesi] . Dolayısı ile böyle bir altyapıdan geldiğinin
farkında olan insanlar teknolojik yenilik yerine veya dünya ile rekabetçi bir
ürün yerine geliştirilmiş ürüne sahip çıkmayı marifet sayarak kendileri kazanıyor
ama memleket için kötü oluyor.
Ünlü
Türk bilim adamı Dr. Akçasu :
“Yurtdışında sanayi üniversitelerden çok daha ileridir. Önemli icatlar
üniversitede değil sanayide icat edildi.
Ama Türkiye’de yaratıcı bir sanayi yok. Biz şimdiye kadar neyi kendimiz
yaptık. Türk iş adamının özelliğidir; fuara gider bu Türkiye’de satar der,
gelir burada yapmaya çalışır. Kendi fikri değildir bu. Bir başkası der ki ben
bunu niye yapayım Çinliler yapıyor bunu, gider getiririm. Almanlar böyle değil
mesela. Ben bunu yaparım ve yaptığımı en iyi yaparım diyor. Türk yatırımcı, ben
görmediğim işe para vermem diyor. İcatlar nasıl olacak o zaman? “ diyor.
Yukarıda
da belirtildiği gibi sadece mühendisler, temel bilimler mezunları değil herkes
hazırı getirip satmak, kullanmak, kurmak, ayarlamak veya eğitimini vermek yolunu
tercih ediyor. Yaptıkları tercihler kendileri için
doğru, memleket için kötüdür. Bu anlayasın sonucu
Turkiye
Nufus: 75 Milyon
Singapur
Nufus: 5.3 Milyon
Turkiye
Teknoloji Ihracati: 2 Milyar $
Singapur
Teknoloji Ihracati: 135 Milyar $
[Prof.
Dr. Özgür Demirtaş]
Olarak
yansımaktadır. Resme yukarıdaki
rakamlarla bakıldığında, memleketimizdeki binlerce teknoloji uzmanı veya
danışmanı bizi sadece daha iyi bir pazar haline getirmektedir.
Burada
25.04.2015 tarihli İsmet Berkan’ın yazısından bir bölüm aktarmak istiyorum.
“Cep
telefonu baz istasyonunu ithal ettiğinizde aslında bilgi ithal etmiş
oluyorsunuz; veya cep telefonunun kendisini ithal ettiğinizde; veya bilgisayar
ve onun programlarını ithal ettiğinizde gerçekte aldığınız şey başkasının
bilgisi, şaşırmayın ama otomobil ithal ettiğinizde (hatta ürettiğinizde) yine
bilgi ithal ediyorsunuz; sizin değil başka ülkenin mühendislerinin
tasarımlarını ücreti karşılığı almış oluyorsunuz. İlaç ithal ettiğinizde
molekülü kadar o molekülü yapan bilgiyi de ithal ediyorsunuz. Fabrikalarınızda
üretim yapmak için kazanlar, makineler ve mekanik cihazlar ithal ettiğinizde
yaptığınız yine aynı şey: Bilgi ithal etmek!
TÜİK'in
ithalat kalemleri rakamlarından çok kaba bir hesap çıkardım; eminim bir sürü
yanlış da yaptım ama benim bulduğum kadarıyla Türkiye, 2014 yılında en az 74.9,
en çok da 84.8 milyar dolarlık bilgi ithal etmişti”
Dolayısı
ile 2 milyar dolar ihracat 74.9, milyar dolar dolar da ithalat yapmışız.
Yapığımız iş bireysel olarak doğru, memleket için
kötüdür.
Ayrıca
şunu vurgulamak lazım, ithal edilen her ürün bunu Türkiye’de üreten, üretmeyi
planlayan herkes için dolaylı bir darbedir. Bir de bunu özendirir, çok önemli,
stratejik vb.. lanse ederseniz yukarıdaki rakamları hiç kapatamazsınız.
Yabacı
ürünleri ve bunların etrafında oluşan ekosistemin yerli teknolojiye nasıl
zararlar verebildiğini yaşanmış bir örnekle açıklayayım. Teknolojik olarak
başarılı ve yüzlerce büyük firmayı referansına almış yerli bir bilişim firması
kamuda büyük bir ihalede yetkinliği daha iyi olmasına rağmen yabancı bir ürünün
tercih edilmesi sebebi ile hem motivasyonunu kaybetmiş hem de global pazarlama
bütçesini oluşturamadığı için ürününü yabancı bir firmaya satmıştır.
Yine
kendi uzmanlık alanım olan bilişim ve bilgi güvenliği alanından örnek verirsem.
Son 20 yıl içerisinde dünyada Türkiye olarak bizim de ürünlerini alıp
kullandığımız (ithal ettiğimiz) yüzlerce marka çok düşük yatırımlarla ve 2-3 üç
kişinin bir araya gelmesi ile kuruldu ve başarılı oldu. Bizde de aynı dönemde Yılda 6.5 milyar $ ile Ar-Ge desteğinin milli
gelire oranı %1'e yaklaştı. Hatta Türkiye'de 'GSYH'nin % 2'sinin AR-GE
fonlarına ayrılmalı' şeklindeki kanuni zorunluluğa rağmen Dünya Patent
Raporu’na göre (2011) Türkiye’de
3.357 Patent başvurusu yapılmaktadır. Bu
rakamlar ABD’de yılda 490 bin; Çin’de 391 bindir. Devlet AR-GE için bütçenin %1
ini dağıtıyor ama alınan her 100 patentten 96 sını Türkiye’de faaliyette olan
yabancı şirketler alıyor [
http://gundem.milliyet.com.tr/100-patentten-94-u-yabancilara-ait-/gundem/ydetay/1771434/default.htm
]. Şeklinde bir resim oluştu.
Ama dünya çapında
istenileni çağrıştıracak bir başarı bile yakalanamadı. Bunun sebebi ise bir
ürün veya bilgiyi ithal edip bunun etrafında bir eko sistem kurmak hızlı ve kolay
bir özüm. İç dinamiklerle pazarın içinde olabiliyorsanız hızlıca bu iş kazanca
dönebiliyor. Yapılan
tercihler kişiler veya şirketler/kurumlar için doğru olabilir ama memleket için
kötüdür. Dolayısı ile AR-GE adı altındaki desteklere bile aynı gözle baktık.
Buraya ayrıca Sabah
gazetesi yazarı Şeref Oğuzun tespitlerini de ekleyebiliriz.
[
http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/oguz/2014/02/01/arastiriyoruz-ama-gelistiremiyoruz
]
AR'aştırıyor fakat
GE'liştiremiyoruz;
·
Zira farklı olandan korkuyoruz.
·
Bize benzemeyenden nefret ediyoruz.
·
Düello yerine pusu kuruyoruz.
·
Akıl yerine kurnazlığı seçiyoruz.
·
Sabır yerine telaşa kapılıyoruz.
·
Merak yerine biatı seçiyoruz.
·
Bilgi yerine kanaat ile yetiniyoruz.
·
Özgün yerine taklide sapıyoruz.
·
Kazan yerine kaybet tuzağındayız.
·
Ödül yerine cezayı benimsiyoruz.
İş yapma tarzımız
ve kültürel engeller yetmiyormuş gibi, bize icat çıkarmak için verilen para ile
çakallık yapıyoruz.
·
Ar-Ge
parasıyla dövizi çıldırtıyoruz.
·
Ar-Ge
parasıyla repo yapıyoruz.
·
Ar-Ge
parasıyla kendi devletimizi dolandırıp duruyoruz.
·
Ar-Ge parasıyla
icat çıkarmıyor, şeytani inovasyon yapıyoruz.
·
Tam da bu
sebepten sizin "cari açık" dediğinize ben "akıl ve vicdan
açığı" diyorum.
·
Netice;
Ar-Ge'ye destekten vaz mı geçelim? Asla…
·
Ancak vahşi
sulama yerine damla sulama modelindeki gibi verdiğimiz teşvikleri daha akıllı
izleyelim, ölçelim, bilelim yönetelim...