Bu Blogda Ara

21 Haziran 2015 Pazar

Ülkemiz Neden Bilim Üretemiyor?



Dr. Ertuğrul AKBAŞ
 Düzen her şeyin temelidir. İlk önce takip ve taklit etmenin kısa vadeli getirisi hepimizi cezbediyor. Ayrıca acı gerçeklerle yüzleşmek yerine kaçmayı seviyoruz. Bilim ve teknolojide devrim için ya acı gerçeklerle yüzleşeceğiz, ya da tatlı yalanlarla tüketim dolayısı ile sömürge toplumu olacağız.
Maalesef ülkemizde karar verici kadroların çoğu milli fayda değil bireysel gelir mantığına sahip insanlardan tarafından doldurulmuş durumda. Türkiye’de çalışanları, başarılı insanları paçasından çekme geleneği yüksek.  Ayrıca bir organizasyonun başında kabiliyetli gençleri veya üretken insanları yönetebilmek için en az o insanlar kadar kabiliyetli, en kabiliyetlisinin tepede yönetici olması lazım.
Tepede uyumsuz bir adam varsa, bütün kaliteli insanları tepeden kesiyor aşağıda kendisi gibi kabiliyetsiz kalitesiz adamlar kalıyor ve sistemler böyle çöküyor.
Milletçe ortak bir referansımız yok. Mesela Türkiye son 14 yıldır  “Teknokent” kuruyor.  Ama bu bina yapmaktan öteye geçemiyor. Elinde çekiçten başka aleti olmayana tüm meseleler “çivi” gibi görünürmüş. Hâlbuki özellikle insan odaklı tüm işlerde, adeta bir anayasa maddesi gibi benimsememiz gereken genel bir prensibimiz olmalı: binadan önce, eşyadan önce, her şeyden önce “insana” yatırım. Sadece bina ve bölge yapmakla hiçbir şey olmayacağını neden anlamak istemiyoruz acaba? Bu noktada herhangi bir sorgulama da yapmıyoruz. Bunlar kuruluyor ama ne ürettiler? Hangi amaca hizmet ediyorlar? gibi.
Sonuç odaklı çalışmayı milletçe sevmiyoruz. Uzun vadeli ve sonuç odaklı projeleri takip etmek bize uzun geliyor. Kısa vadeli işleri seviyoruz. Milletçe bir unutma eşiğimiz var. Bir proje belli bir süreyi geçerse hiç ilgilimizi çekmiyor, sorgulamıyoruz.
Kendimizi kandırmayı seviyoruz. Yurtdışından alıp monte ediyoruz adına biz ürettik diyoruz, üretim geliştirme yapıyoruz adına AR-GE diyoruz.
Kişisel olarak da global rekabeti sevmiyoruz. En eğitimli, en iyi üniversitelerden mezunumuz bile global bir firmada yönetici pozisyonu peşinde. Üretip rekabet edecek güvene sahip değiliz.
Türkiye'de bilimin gelişememesi sorununun ekonomik değil. Prof. Dr. Hotamışlıgil: "Türkiye'de bilimsel ekosistem oluşmuyor çünkü üniversite içinde bir hiyerarşinin parçası olarak çalışıyorlar.”
 Yukarıdaki bilgilerden de anlaşılacağı gibi AR-GE ye kaynak bulmada bir sıkıntı yok, para bol. 
TÜRKİYE’DE YARATICI SANAYİ YOK                                                                                                                                                                                                                                                                                                      
Yurtdışında sanayi üniversitelerden çok daha ileridir. Önemli icatlar üniversitede değil sanayide icat edildi.  Ama Türkiye’de yaratıcı bir sanayi yok.
Biz şimdiye kadar neyi kendimiz yaptık. Türk iş adamının özelliğidir; fuara gider bu Türkiye’de satar der, gelir burada yapmaya çalışır. Kendi fikri değildir bu. Bir başkası der ki ben bunu niye yapayım Çinliler yapıyor bunu, gider getiririm. Almanlar böyle değil mesela. Ben bunu yaparım ve yaptığımı en iyi yaparım diyor.
Türk yatırımcı, ben görmediğim işe para vermem diyor. İcatlar nasıl olacak o zaman?
Türkiye’de ilk 500 sanayi şirketinin sadece 12 si yüksek teknoloji ürünü üretebilmekte. İleri teknoloji ihracatımız 2.2 milyar dolar civarında
Toplum olarak da hem gelişmenin gereklerini yerine getirmiyoruz, hem de zora gelemiyoruz. Japonya'da trende, otobüste, her yerde bir şeyler okumaya çalışan insanlara rastlamak mümkündür
Japonya’da günlük olarak 1000 kişi için 550 gazete;
Türkiye'de 1000 kişi için -Yerel-ulusal dahil-  55 gazete yayınlanmaktadır.
Üç büyük Japon gazetesi, (Yonmiri, Asabi, Mainichi) <strong>16 milyondan fazla sabah baskısı yapmaktadır.
Aynı gazeteler bir o kadar da akşam baskısı yapmaktadır.
Ayrıca bizim yapamadıklarımızın yanında küresel sistemin kuralları da var.! Küresel sistemin üyesi olan ülkeler, küresel sistemin koyduğu kurallara uymak zorundadır. Sisteme yönetici olarak dahil olamaz bir de üstüne para alırsanız sisteme köle olursunuz. O zaman da, ancak onların keşfedip ürettiği uçak, taşıt, hızlı tren, nükleer santral, ilaç, bilgisayar, cep telefonu… gibi ürünlerden ithal edip bunlarla övünebilirsiniz. Paranız yoksa size borç da verirler. Ancak bu parayla 2. dünya savaşı sonrası Almanya ve Japonya gibi çadırda idare edip ‘bilim ve teknoloji merkezleri kuralım’ derseniz müsaade etmezler.
Sizin pazar olmaktan çıkıp pazarlar bulmanız için, güçlü ülke olmanız gerekir. Güç, narsizmle olmaz, narsizm hastalıktır. Güç, bilim ve teknoloji üretmekle olur. Bu ise çok güçlü milli irade ister. Bunları halka anlatırsanız ve halkta bu hedefe kitlenirse milli irade olur.
Ancak Milli iradenin bu hedefin gereklerini ve sonuçlarını da göze alması gerekir. Bu ise lüks ve israftan kaçınarak tasarrufları, bilim ve teknolojiye yatırmak demektir. Hastalık sektörüne saçtığımız paraları, sağlıklı bir toplum olarak tasarruf etmek demektir.
Nükleer enerjiden, cep telefonlarına, aşıdan ilaca kadar başkalarına hediye ettiğiniz milyar dolarları, üreteceğiniz bilim ve teknolojiye yatırmak demektir. Buna müsade ederler mi? Bu tarihi karar, bitmek bilmeyen sıkıntı ve acılara katlanmak demektir. Halbuki parasını küresel sisteme hediye ettiğiniz ithal uçak, hızlı tren ve 4 çeker ciplere binmek ise zevk ve sefa demektir.
Yerli araba dahil bunları üretmek için kafa yormak, ter dökmek, çile çekmek ise acı ve ızdırap demektir. Ülkemizin temel sorunu burada yatmaktadır; Acılarla yüzleşmek ve acılara katlanmak.
Bilim ve teknolojide devrim için ya acı gerçeklerle yüzleşeceğiz, ya da tatlı yalanlarla sömürge ve tüketim toplumu olacağız. [Kemal Yesilcimen]