Yerli ürünlerin en büyük sorunu güven.
Yerli üreticiler konjektör, ilişkiler, yerli milli,
milli duyguları kullanarak ürün satıyor ama daha sonra ürün satıcıların
anlattığı işlevi görmüyor.
Kullanıcılar da konjektör, ilişkiler, yerli milli,
milli duygular ışığında ürün aldıktan sonra istediği performansı almasa bile,
bunun üzerine gitmiyor. Şimdi bu ürünü niye aldın o zamanlar denmesin,
arkasında bir dayısı vardır, binlerce referansı var bir şey söylesem başıma iş
açarım (kendi değerlendirmesinin ceremesi, eksikliği veya uzak durması).
Dolayısı ile son kullanıcılar sustukça ahlaksız yerli üreticiler yerine bütün
yerli üreticiler zan altında kalıyor.
Ülkemizde hâlâ yaygın olarak AR-GE işinin “GE”
kısmı ağırlıklı ve “ar”
kısmı olmayan argede elde edilecek katma değer görece küçük oluyor.
AR-GE bir kültür işi.
Para olmadan olmadığı gibi olsa da kültür yoksa yine olmuyor. Kişi başı geliri
63.000 $ olan dünya sıralamasında 7. Durumda olan Danimarka para pul derdi
olmamasına rağmen bu işin bir kültür işi olduğunu bildiği için Silikon vadisine
büyükelçi atadı ve Start-up ları ABD ye yönlendiriyor.
Kültür olmayınca Biz
yetiştiriyoruz, ellere yar oluyor - http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/gungor-uras/genclerimiz-abd-icin-ar-ge-yapiyor-544970/
AR-GE faaliyetlerimizin
sonucunda vardığımız nokta. Einstain in ünlü sözü “Aynı şeyi yapıp farklı
sonuçlar beklememek lazım”
Türkiye Ar-Ge
yatırımlarını ne ürüne, ne de ihracata dönüştürebiliyor - https://www.dunya.com/sektorler/teknoloji/turkiye-ar-ge-yatirimlarini-ne-urune-ne-de-ihracata-donusturebiliyor-haberi-360958
Türkiye’de, her milyar
Dolarlık Ar-Ge harcaması başına düşen ortalama patent başvurusu 327 iken , yüksek teknolojili ürün ihracatı 0,2 milyar
$'dır. Bu rakamların Amerika için 1350 patent ve 0,5 milyar $, Güney Kore için
3503 patent ve 2,2 milyar $ olduğu düşünüldüğünde Türkiye'nin Ar-Ge harcamasının yanında
nitelikli Ar-Ge harcamasına yönelmesi gerektiği söylenebilir.
Devlet dünyanın başka
hiçbir yerinde olmayan teşvikler veriliyor. Son yıllarda AR-GE harcamaları 20
milyar TL ye yaklaştı ama sonuç üretemiyoruz.
On binlerce AR-GE desteği
alan (AR-GE şirketi), yüzbinlerce AR-GE personelinin neden biz işimizde
başarısızız, o zaman bu kaynağı kıt olan milletimizin kaynaklarını nasıl
kullanırız ahlakına sahip (veya kanunlar zorla yaptıracak) düşünecek, yapacak,
uygulayacak insanlar lazım. Şimdiki durum ortada. Ben bunu son 3 yılda linkedin
de onlarca post ile 5000 + takipçim ile ölçmeye çalıştım. İstatistiksel olarak
bakıldığında kimse tınmıyor.
Herkes aynı tarz AR-GE
imsi işleri yapıp AR-GE teşviklerini aynı şekilde almak için sırada bekler gibi
(Bir nevi düzene ortak olmak gibi) görmezden ve duymazdan geliyor.
Şu anki düzene alışmış
yüzbinlerce AR-GE personeli varken on binlerce işini gereği gibi yapabilecek
AR-GE personelini ve yüzlerce AR-GE şirketini sisteme eklesek sistem değişir mi?
Mevcut sistemi
değiştirmeye çalışmak yerine nemelazımcılığın nasıl bir çıktısı olacağını görmek
için Kanunî Sultan Süleyman ile Yahya Efendi
arasında geçen olay ışık tutabilir.
Kanunî
Sultan Süleyman devletin akıbetini düşünür; günün birinde Osmanoğulları da
inişe geçer, çökmeye yüz tutar mı diye. Bu gibi soruları çoğu zaman sütkardeşi
meşhur âlim Yahya Efendi’ye sorduğundan bunu da sormaya niyet eder. Güzel bir
hatla yazdığı mektubu Yahya Efendi’ye gönderir.
Mektupta “Sen ilahi sırlara vakıfsın. Bizi de aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğullarının akıbeti nasıl olur? Bir gün izmihlale uğrar mı?” der.
Mektubu okuyan Yahya Efendi’nin cevabı çok kısa ve şaşırtıcıdır; “Neme lazım be Sultanım!”
Topkapı Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Sultan Süleyman buna herhangi bir mana veremez.
“Acaba bu cevapta bizim bilmediğimiz bir mana mı vardır?” diye düşünür.
Nihayet kalkar Yahya Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhına gelir ve der ki:
- Yahya Efendi mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, sorumu ciddiye al.
Yahya Efendi şöyle bir bakar:
- Sultanım sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi? Ben sorunuz üzerinde iyice düşündüm ve kanaatimi size açıkça arz ettim.
- İyi ama ben bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece “Neme lazım be Sultanım” demişsiniz. Sanki beni böyle işlere karıştırma der gibi.
Yahya Efendi bu cevaptan sonra şu müthiş açıklamasını yapar:
- Sultanım! Bir devlette zulüm yayılırsa, haksızlık şayi olursa, işitenlerde ‘neme lazım’ deyip uzaklaşırsa, sonra koyunları kurtlar değil çobanlar yerse, bilenler de bunu söylemeyip susarsa, fakirlerin, yoksulların, muhtaçların, kimsesizlerin feryadı göklere çıkarsa, bunu da taşlardan başka kimse işitmezse, işte o zaman devletin sonu görünür.
Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halka hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlal de böylece mukadder hale gelir.
Mektupta “Sen ilahi sırlara vakıfsın. Bizi de aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğullarının akıbeti nasıl olur? Bir gün izmihlale uğrar mı?” der.
Mektubu okuyan Yahya Efendi’nin cevabı çok kısa ve şaşırtıcıdır; “Neme lazım be Sultanım!”
Topkapı Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Sultan Süleyman buna herhangi bir mana veremez.
“Acaba bu cevapta bizim bilmediğimiz bir mana mı vardır?” diye düşünür.
Nihayet kalkar Yahya Efendi’nin Beşiktaş’taki dergâhına gelir ve der ki:
- Yahya Efendi mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, sorumu ciddiye al.
Yahya Efendi şöyle bir bakar:
- Sultanım sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi? Ben sorunuz üzerinde iyice düşündüm ve kanaatimi size açıkça arz ettim.
- İyi ama ben bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece “Neme lazım be Sultanım” demişsiniz. Sanki beni böyle işlere karıştırma der gibi.
Yahya Efendi bu cevaptan sonra şu müthiş açıklamasını yapar:
- Sultanım! Bir devlette zulüm yayılırsa, haksızlık şayi olursa, işitenlerde ‘neme lazım’ deyip uzaklaşırsa, sonra koyunları kurtlar değil çobanlar yerse, bilenler de bunu söylemeyip susarsa, fakirlerin, yoksulların, muhtaçların, kimsesizlerin feryadı göklere çıkarsa, bunu da taşlardan başka kimse işitmezse, işte o zaman devletin sonu görünür.
Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halka hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlal de böylece mukadder hale gelir.
Peki, yapmamız gerekler
neler?
- Öncelikle dünya ile rekabet edebilir bir eğitim
- Adil rekabet ortamı
- Başarıyı ödüllendirmek
- Yapamayanı elemek
- Yalancıyı cezalandırmak
- Düşüp bayılacak kadar çok çalışmak – ABD de AR-GE de çalışanların bildiği gibi
- Kayırmamak
- Ölçmek ve kıyaslamak
- İşi ehline vermek
- Gerçek problemlerle uğraşmak
- Hiçbir şeyi devletten beklememek
- Devleti bütün bu süreçten uzaklaştırıp tamamen özel sektöre devretmek. Kendi parasını harcayan hesap sorar.
- Doğru alanda AR-GE yapmak
- Eleştirel düşünen insanlar yetiştirebilmek. Bu bir kültür sorunu
- İşleri dağıtabilmek
- "Evrensel olmayan milli olamaz". Kaidesince ürün geliştirilmeli.
- Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar deyimini AR-GE hayatımızdan çıkarmak (keşke her yerden çıkarabilsek)
- Konuşmaya değil sonuca bakmak. Bal bal demekle dil tatlanmaz gibi.
- Devletin sadece bu iş neden tutmuyor diye dertlenmesi, bu işin delisi olan/olacak insanları bulup yukarıdaki şartlara uygun ekosistemin kurulmasına gözlemcilik etmesi lazım
Uygarlığın gerçek ölçüsü; ne nüfus çokluğu, ne kentlerin
büyüklüğü, ne de üretim bolluğudur. Gerçek ölçü, ülkenin yetiştirdiği
insanların nitelikleridir. Ralph Emerson
Her şeyi "çoklamaya" çalışmamızın temel
dertlerimizden biri olduğunu düşünüyorum. Sayılar, skorlar hep çok önemli. Daha
çok müşteri, daha çok kazanç, daha çok arkadaş, daha çok ilişki, daha çok
alkış, daha çok mülkiyet, daha çok fikir, daha çok ürün, daha çok fotoğraf,
daha çok diploma, daha çok Ar-Ge merkezi, daha çok beğeni, daha çok yayın, daha
çok dinleyici, daha çok çok girişimci, daha çok konferans... Niceliğe odaklandıkça
nitelik azalıyor. Skor arttıkça başarılı olduğumuzu sanıyoruz, çünkü daha
görünür oluyor, görünür olan takdir görüyor. Ama daha çok olması daha anlamlı
olmasını getirmiyor. Daha çok değer yaratacağını garanti etmiyor. Daha az, ama
daha kaliteli, daha derinlikli olanlara, sadece "çoklamayı" değil,
"derinleşmeyi" hedefleyenlere ihtiyacımız var belki de. //Umut Ekinci
Yapılan
araştırmalar gösteriyor ki; ülkemizde gençler birlikte başarmaya alışık
değiller ve teknolojiyi tüketiyorlar. Ama biz muasır medeniyetler seviyesine
ulaşmak istiyorsak teknolojiyi üreten ve birlikte başarmayı bilen bir nesil
yetiştirmek zorundayız. Erhan Erkut
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder