Türkiye'nin durumunu kendimce şöyle özetleyelim. Dünyanın en prestijli akademik organizasyonunda kendi geliştirdiğimiz ve ticari bir ürün olan #Surelog #SIEM ile ilgili makale yayınlıyorum.
Bu ilk değil. Türkiye'de ikinci bir örneği yok ama sıradan satışçılar kadar ilgi çekmiyor çünkü A dan Z ye gördüğüm bütün kötülükleri eleştiriyorum.
Sadece zararsız olanları değil, toplum, siyaset ve benzeri eleştirilmesini istemediği şeyler de dahil. Ama Türkiye’de başarı, eleştirileriniz kadar konuşulmaz.
Gördüğüm kötülüklerin yalnızca zararsız olanlarını değil, topluma, siyasete ve kutsal sayılan değerlere dokunanlarını da dile getirdiğimde, bir duvarla karşılaşıyorum. Hukuk, adalet, ahlak, eğitim... Her alanda dibe vurmuş bir ülke görüyoruz. Uluslararası endekslerdeki yerimiz, dünyanın en alt sıralarına geriliyor. Yolsuzluk diz boyu, yüz binlerce insana terörist damgası vuruluyor, Gazze'yi destekliyoruz derken İsrail' e savaş malzemesi, askerlere gıda ve elbise satılıyor, Uygurlar yardım beklerken sınır dışı ediliyor. Bundan 20 yıl önce başörtümüzü çıkardılar diyenlerin bugün başörtülü kadınları sokak ortasında dövdüğünü izliyoruz. Bebeklerin öldüğü, adaletin sustuğu, herkesin şikâyet ettiği bir düzen... Ancak herkes aynı zamanda bu düzenin çürümüşlüğünü kendi menfaatleri için kullanmaya çalışıyor.
Bu bir toplumsal çürüme. Tıpkı Doç. Dr. Zeliha Bürtek’in dediği gibi, sosyal çürümüşlük. Yaşar Nuri Öztürk’ün "Barabbas toplumu" dediği toplum... O toplum ki, Kur’an-ı Kerim’de Lut kavmiyle anlatılır. Hûd Suresi'nin 78-79. ayetlerinde, Hz. Lut’un kavmi şöyle der: “Ey Lut! Eğer bu işe son vermezsen, mutlaka kovulacaklardan olacaksın!” Kötülükleri eleştirenlere karşı, onları susturmaktan başka bir çare bulamazlar. Çünkü Lut kavmi gibi, iffetli bir yaşam sürenlerin ve doğruyu söyleyenlerin varlığı, onların kendi yanlışlarını görmelerine neden olur. Ve bu rahatsızlık, susturma tehdidini beraberinde getirir.
Bu çürümüşlüğün içinde, Noam Chomsky’nin dediği o “kurnaz yöntem” işlemekte: İnsanları etkisiz ve itaatkâr kılmanın yolu, farklı görüşlere sınırlı miktarda tolerans göstermekten geçer. Ancak bu tolerans, sınırlandırılmış bir alanın dışına taştığında, tehdit olarak algılanır. Değişim ve ilerlemenin ruhu ise, toplumu rahatsız etmekten geçer. Nurettin Topçu’nun dediği gibi, isyanı olmayanın ahlâkı olmaz. Ama isyan, vicdanın sesiyle yükseldiğinde anlam kazanır. Yoksa Acar Baltaş’ın işaret ettiği gibi, hile yapanı görenin onu taklit ettiği, herkesin kendi çıkarı için düzenin yozlaşmasına göz yumduğu bir sosyal norm yaratılır.
Kemal Tahir’in o çarpıcı sözleri burada anlam kazanır: “Ahlak düzeni sağlam olmayan ve soyguncularıyla başa çıkamayan bir toplum, - ruhundaki barbarlık duygusunun baskısıyla- soyguncularına hayranlık duyar.”
Bugün yaşadığımız tam da budur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin binlerce kararını görmezden gelenler, bir gün kendileri aynı adaletsizliğe uğradığında o mahkemenin kapısına dayanır.
Çifte standart, hem bireysel hem de toplumsal bir zaaf haline gelmiştir.
Bu düzenin karşısında susanlara, Kur’an’ın Nisâ Suresi 97. Ayeti’ni hatırlatmak gerek: “Allah’ın arzı, sizin kötülük diyarını terk etmenize yetecek kadar geniş değil miydi?” Sessiz kalmak, sistemin bir parçası olmaktır. Marcus Aurelius’un dediği gibi, hiçbir şey yapmayarak da adaletsizlik yapabilirsiniz. Bu yüzden, susmak bir seçenek değildir. Değişim rahatsızlık yaratır, evet. Ama rahatsızlık, hakikatin tohumudur.
Ve hakikati susturamazlar. Çünkü tarihin her döneminde, susturulmaya çalışılan sesler bir gün halkın vicdanı olmuştur.
Toplumun Hukuk ve Adalet Reformunu sözde değil özde belirlemesi ve burada uluslararası bir çıpayı baz alması güzel bir başlangıç olabilir. Hukukun Üstünlüğü Endeksinde ilk 10'a girmek ilk hedef olmalı mesela.
Finlandiya örneğini 100 yıl önce Atatürk eğitim sistemine uygulamaya çalışmış ama başarılı olmamış. Ciddi ve yine sözde değil özde bir Eğitim Reformu gerekli.
Sanırım en zor olan da Toplumsal Ahlak ve Yozlaşma ile Mücadele, Çifte Standartların Aşılması, Medya ve Bilgi Akışında Şeffaflık ve Sivil Toplumun Güçlendirilmesi çünkü
bunlar için daha derinlere inmek ve yüzlerce yıldır unutulmuş değerlerin tekrar gün yüzüne çıkarılması gerekecek. Hemen olmayacak, sabır gerecek ve bu bizi zorlayacak. Kendi şahsi çıkarlarımızdan feragat gerekecek bunun ne kadar zor olduğu ortada ama başarmamız gerek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder