Bu Blogda Ara

3 Ekim 2024 Perşembe

Sessizlik ve Normalleşme

Türk toplumu, Dünya Ekümenik Kiliseler Konseyi Başkanı Martin Niemöller’in meşhur sözlerini hatırlamalı:

"Naziler komünistler için geldiğinde sesimi çıkarmadım; çünkü komünist değildim. Sosyal demokratları içeri tıktıklarında sesimi çıkarmadım; çünkü sosyal demokrat değildim. Sonra sendikacılar için geldiler, bir şey söylemedim; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudiler için geldiler, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Benim için geldiklerinde, sesini çıkaracak kimse kalmamıştı."

Biz de “onlardan değilim” diyerek görmezden gele gele ve olanları normalleştirerek bugüne geldik. İnsanlar bunu ya maddi ya da manevi çıkar için yaptı, ya da Apartheid rejimi sırasında 20.000'den fazla insanın öldüğü ve yüz binlercesinin gözaltına alındığı Güney Afrika'da, milyonlarca sıradan beyaz Güney Afrikalı gibi, sisteme karşı çıkmaktansa sessiz kalarak yaptı. Sessiz kalanlar, bu düzenin bir parçası olmayı seçtiler.

Gelinen noktada, Türkiye’nin durumu ortada:

  • 2014 yılında Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde 59. sıradaydık, 2023 yılında ise 148. sıraya düştük.
  • Yolsuzluk Algı Endeksi'nde 2013’te 53. sıradayken, 2023’te 115. sıraya indik.
  • Küresel Rekabetçilik Endeksi'nde 2013-2014 yıllarında 44. sıradayken, 2023’te 81. sıradayız.
  • IMF raporuna göre, 10 sene önce dünya ortalamasından kişi başı 1500 dolar daha fazla gelir seviyesindeyken, şimdi 500 dolar geriye düştük.
  • Dünya enflasyon sıralamasında ise Arjantin ve Venezuela’nın ardından dünyada en yüksek 3. enflasyona sahip ülkeyiz (resmi rakamlara göre %61.78). Hissedilen enflasyonu siz düşünün.

Tüm bu rakamlar, liyakatin yerine torpil, rüşvet ve adam kayırmacılığın geçtiği bir sistemin topluma nasıl yayıldığını gösteriyor. Rüşvetin ve yolsuzluğun normalleşmesi, hukuk ve adaletin en arka sıralarda yer aldığı bir toplumda yaşıyoruz.

Peki, muhalif olduğunu söyleyenler? Gerçekten sorunun kaynağı olan bu düzene mi karşı çıktılar, yoksa Noam Chomsky'nin dediği gibi:

"İnsanları etkisiz ve itaatkar kılmanın kurnaz yolu, farklı görüşlere sınırlı miktarda tolerans göstermekten geçer. Ancak bir yandan da bu sınırlandırılmış alandaki tartışmaları sürekli canlı tutmak gerekir."

Chomsky’nin tarif ettiği bu sınır içinde kalmayı mı tercih ettiler? Naziler komünistler için geldiğinde "komünist değilim" demek gibi, ya da sosyal demokratlar içeri tıkıldığında "sosyal demokrat değilim" diyerek, gerçek sorunları görmezden geldiler mi? Merkez bankası faizlerini, KGF kararlarını, özelleştirmeleri tartışmakla yetinenler, kendi patronlarının şirketlerinin vergi silinmesi gibi hukuktan ve adaletten yoksun, toplumsal barışı bozacak meseleleri dile getirmediler. Bu konulara hiç değinmeyip, yokmuş gibi davrandılar.

Gerçekten problemin kaynağına dokunan tartışmalar, makaleler ve videolar yapmak ciddi bir maliyet taşır. Özellikle günümüzde, sosyal medyanın her şeyin önünde olduğu bir çağda, bu tür görüşleri YouTube, LinkedIn, Twitter, Facebook ve benzeri milyonların görebileceği platformlarda paylaşmak hem etkili hem de aslında sisteme dokunmadan muhalif görünmek istiyorsanız tehlikelidir.

Bu nedenle, 2017'de bir bayimin bana attığı mesajı paylaşmak istiyorum, çünkü bu konuyu bizzat yaşamış ve bunun için milyonlarca dolar fatura ödemiş biriyim. Sessizlik ve görmezden gelmek, bizi bu noktaya getirdi.


"Bu Ülkede Hiç Mi İyi Şeyler Olmuyor?"

2017 yılında “Bu ülkede hiç mi iyi şeyler olmuyor, cımbızla seçip paylaşıyor” diyen insanlar, ülkenin son 10 yılda hukuk ve adalet sıralamasında 100 basamak gerilediğini görüyor mudur? Çoğu için cevap hayırdır sanırım. Nedeni ise aşağıda.

Çetin Altan, 2015 yılının başlarında Çınar Oskay’ın “Halk neden çok büyük tepki göstermedi yolsuzluk iddialarına?” sorusuna şöyle cevap vermişti:

"Yolsuzluğu piyango gibi görüyor. 'Bana da çıkabilir' diyor… Yolsuzluğun bitmesini istemiyor, yolsuzluktan pay almak istiyor."

Türkiye'de rüşvetin yaygın olduğu bilinir ve herkes bundan şikayetçidir. Ancak şikayet edenlerin büyük çoğunluğunun esas rahatsızlığı, kendilerinin de bu çarka dahil olmamasından kaynaklanır.
Prof. Dr. Acar Baltaş


Hitler’in zulmünden kaçarak ülkemize sığınan ve üniversitelerimizde görev alarak Türk akademik yaşamına unutulmaz hizmetler veren yüzlerce Alman profesör vardır. Bu hocaların en önde gelenlerinden biri ekonomi profesörü Prof. Fritz Neumark'tır. Neumark, Türkiye'de iktisat öğreniminin gelişmesinde ve gelir vergisi yasalarının hazırlanmasında önemli katkıları olan Yahudi asıllı bir Alman iktisatçıdır. 1936'da Hitler Almanyasından Türkiye'ye göç ederek, İstanbul Üniversitesi'ne öğretim üyesi olarak katıldı. 1952 yılına kadar Türkiye'de kaldı ve burada maliye ve iktisat dersleri verdi. Seneler sonra Almanya’ya dönerken, bir gazeteci kendisine “Bunca sene Türkiye’de kaldıktan sonra bu ülkeyi nasıl özetlersiniz?” diye sorduğunda, Neumark’ın yanıtı şu olmuştu:
“Negatif seleksiyon.”

Zülfü Livaneli de bu kavramı bir makalesinde kullanarak "Tersine elek (negatif seleksiyon) Türkiye'nin değişmez kuralı oldu" demişti.


Prof. Dr. Arman Kırım, Mor İneğin Akıllısı kitabında diyor ki:

"Ben ne zaman konferanslarımda belli tehlikelere işaret etsem, moral bozmakla itham edilmişimdir. Bu deneyimlerim sonunda şunu öğrendim: Eğer bu ülkede insanları etkileyen bir konuşmacı olmak istiyorsanız, zinhar gerçeklere değinmeyeceksiniz; sadece ve sadece onların duymak istedikleri güzel şeyleri söyleyeceksiniz, stratejilerini doğrulayacaksınız, ne kadar akıllı işler yapmakta olduklarını onaylayacaksınız."


Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu da şöyle demişti:

"Dürüstlük başa bela imiş. Geçen birisi bana diyor ki: Başkanım, geçen bir yerde konuşuluyordu. Herkes dedi ki Muhsin Yazıcıoğlu şöyle, böyle anlatıldı. Sonuçta? (Muhsin Yazıcıoğlu soruyor) Sonuçta dediler ki: O, iktidar olamaz. Niye? Fazla dürüst dediler."

Sonuç olarak, sessizlik ve görmezden gelmek bizi bu noktaya getirdi. Herkesin gördüğü sorunlar üzerine konuşmak yerine, sorunun kökenine inmek ve gerçek çözüm yollarını tartışmak gerekiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder