Bu Blogda Ara

8 Eylül 2024 Pazar

Hiçbir Şey Yapmayarak da Adaletsizlik Yapabilirsiniz!

 İnanılmaz ama gerçek!

Yıllardır uyardığım her şey, maalesef birer birer gerçekleşiyor. "Böyle giderse geri dönüşü olmayacak" dediğim olaylar artık sıradan hale geldi. Biz belki ülke içinden bu haberleri pek umursamıyoruz ama dünya bizi izliyor. Ve dışarıda, Türkiye ve Türk insanı hakkında neler düşündükleri işte tam da bu tarz olaylarla şekilleniyor. 

"Dilan Polat" olayı hadi ülke içinde, Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk: Türkiye'de verilen yargı kararlarının yüzde 99'u geçersizdir” tespitini de umursamıyoruz bu son olay? Belçika Devleti, Türk mafyasının Cumhurbaşkanlığı forsu astığı 2 villayı ele geçirdi. Evet, yanlış duymadınız! Villa tam 15 bin metrekarelik alanda ve toplamda 72 milyon Euro değerinde varlığa el koyulmuş. Villada bir de konsey odası varmış, hafta içinde satışa çıkarılıyor!

Buna benzer sayılamayacak kadar çok olay bulabilirsiniz mesela "Interpol kırmızı bültenle arıyordu: İsveç'te bir uyuşturucu çetesini yöneten cinayet zanlısı Adana'da yakalandı" gibi.

İşte durum bu kadar vahim! Dünyada böyle haberlerle anılmak bizi nerelere götürecek? Dışarıdaki algı çok önemli, ama ne yapıyoruz bu konuda? Maalesef pek bir şey değil...

Onlarca yıldır insanlarla düşman olma pahasına bak böyle yaparsanız başınıza gelir dediğim her şey sıradanlaştı. Bu eleştirileri yaparken insanların düşman olacağını biliyordum çünkü 

Prof. Dr. Arman Kırım "Mor İneğin Akıllısı" kitabında anlatıyordu:

Ben ne zaman konferanslarımda belli tehlikelere işaret etsem, moral bozmak ile itham edilmişimdir. 

"Bu deneyimlerim sonunda şunu öğrendim: eğer bu ülkede insanları etkileyen bir konuşmacı olmak istiyorsanız, zinhar gerçeklere değinmeyeceksiniz; sadece ve sadece onların duymak istedikleri güzel şeyleri söyleyeceksiniz, stratejilerini doğrulayacaksınız, ne kadar akıllı işler yapmakta olduklarını onaylayacaksınız."

Ben onaylamadım, ne olduğunu tahmin edersiniz. Konuyu uzatmadan 2014 ve 2017 ve 2018 yılında yazdığım üç makaleyi paylaşayım.

https://ertugrulakbas.blogspot.com/2014/07/gelistirme-kulturu-mu-rant-kulturu-mu.html

https://ertugrulakbas.blogspot.com/2017/02/hep-isin-geyigini-yapyoruz-ar-ge.html

https://ertugrulakbas.blogspot.com/2019/09/kendi-ayagmza-sktk.html

Prof. Dr. Acar Baltaş 

"Türkiye'de rüşvetin yaygın olduğu bilinir ve herkes bundan şikayetçidir. Ancak şikayet edenlerin büyük çoğunluğunun esas rahatsızlığı, kendilerinin de bu çarka dahil olmamasından kaynaklanır."

Bilenler bilir, benim şikayetim sisteme dahil olamamaktan değil, herkes Acar Baltaş'ın dediği gibi sisteme dahil olmak isterken de bu sıraya girenleri öteden beri ciddi eleştiriyorum.

Bunu da Çetin Altan 2015 yılının başlarında Çınar Oskay’ın “Halk neden çok büyük tepki göstermedi yolsuzluk iddialarına?” sorusuna:

“Yolsuzluğu piyango gibi görüyor. Bana da çıkabilir diyor… Yolsuzluğun bitmesini istemiyor, yolsuzluktan pay almak istiyor” diye açıklamıştı, gerçekten öyle sıra çok kalabalık ve her eleştirdikçe sırada bekleyenlerden düşman kazandım.

Prof. Dr. Acar Baltaş diyor ki: "Hile yapan ve kural dışına çıkan başkalarını görmek ve izlemek sosyal kabule bir örnektir. Sosyal statüsü ne kadar yüksek olursa olsun, "herkesin" küfür ettiği ortamda küfür etmek ayıp ve terbiyesizlik sayılmaz; son sınıftaki "bütün" öğrencilerin hasta olmadıkları halde rapor aldığı ortamda hasta olmadan rapor almak "sahtekarlık" sayılmaz. 

"Ahlak düzeni sağlam olmayan ve soyguncularıyla başa çıkamayan bir toplum, - ruhundaki barbarlık duygusunun baskısıyla- soyguncularına hayranlık duyar."

Kemal Tahir

"Hiçbir şey yapmayarak da adaletsizlik yapabilirsiniz".

Marcus Aurelius

Benim eleştirilerim Türkiye'deki alışılmış ve beklenen eleştiri ve muhalefetin dışında ve daha sertti çünkü işin buraya geleceğini görüyordum ve mış gibi de yapmak istemiyordum.

Bizim ülkemizde zengin olmak, para kazanmak, terfi etmek, yükselmek, çok beğenilmek, çok seyredilmek, çok takip edilmek istiyorsanız halkın istediklerini vermelisiniz Halkın ne istediğini de Çetin Altan ve Prof. Acar Baltaş yukarıda açıkça ifade etmiş. 

Muhalefet etmenin (Burada sadece siyasi muhalefetten bahsetmiyorum) şartları da aynı. Hatta bu konu ile ilgili Noam Chomsky

“İnsanları etkisiz ve itaatkar kılmanın kurnaz yolu, farklı görüşlere sınırlı miktarda tolerans göstermekten geçer. Ancak bir yandan da bu sınırlandırılmış alandaki tartışmaları sürekli canlı tutmak gerekir.” diyor. 

Ülkemizde muhalefet edenlerin çok çok büyük kısmı ya bilerek, ya da sistemin oluşturduğu güvenlik ve konfor alanını tehdit altında algılama refleksiyle Türkiye, 2014 yılında Hukukun Üstünlüğü Endeksinde 59. sırada yer alırken. 2023 de 148., Yolsuzluk Algı Endeksinde 2013 yılında 53. sıradayken, 2023 de 115., 2013 yılında Küresel Rekabetçilik Endeksinde 44. sırada iken 2023 de 81. sıraya düşüren olaylar neler? diye sorup peşinden gidemez. Danimarka, Kanada, İsveç, İsviçre, Norveç, Finlandiya, Almanya, Amerika, Singapur, G. Kore, Japonya gibi gelişmiş hiçbir ülkede suç olmayan on binlerce dava nasıl bizde suç olup insanların hayatı karartılır? Veya tam tersi oralarda suç veya idari ceza, istifa veya işten uzaklaştırma gerektiren işler burada aynı sonucu vermez? diye işin üzerine gidemez. Anayasa Mahkemesi, Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu, AİHM, Uluslararası Adalet Divanı (Lahey) Türkiye davalarının detaylarına girip gündem yapamazlar.  Bunu ya çıkardan ya korkudan ya da mahalle dışı buldukları için yaparlar.

Halka rağmen halkın menfaatine işler yapmanın faturasını rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu aşağıda kaynağını verdiğim konuşmasında "dürüst olduğum için oy vermeyen ve beni seven seçmen" konuşmasında anlatıyor

https://ertugrulakbas.blogspot.com/2023/03/depremin-hatrlattklar-ahlak.html

Bunu zaten sistem herkese iliklerine kadar işlettiği için bu artık refleks olarak uzak durulan bir şeydir.

Çok az deli bunu dener.

Ülkemizdeki bu durum yeni de değil

“Kimin eteğini öptünüz de ağzınız lezzet buldu?

Kimin ayağına kapandınız da başınız göğe erdi? Dudaklarınız tuzlu tuzlu çuhalara yapıştıkça şeker mi peyda oluyor?

Yüzünüz terli terli sahtiyanlara (kunduralara) dokundukça burnunuza mis kokusu mu geliyor?...”

 Namık Kemal

Ne düşünüyorsunuz? Sizce dış dünyada nasıl anılıyoruz? Daha da önemlisi tamamen içe mi kapandık? Dünyadan koptuk mu?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder