Dünyada en çok alıntı yapılan ilk 10 ekonomist arasında gösterilen Prof. Daron Acemoğlu Türkiye’deki ekonomik krizin bitmediğini, krizin bitmesi için ekonomik ve sosyolojik değişiklikler olması gerektiğini belirtti. Burada sosyolojik değişiklikler kısmı benim ilgili çekiyor.
Yakın bir zamanda çok büyük bir organizasyonda Türkiye'nin en büyük şirketlerinden birinin konu ile ilgili en üst dizey yöneticisi "yerli çözümlere öncelik vermeliyiz, desteklemeliyiz" diye bir başladı ve yerli, milli ile ilgili akla gelen bütün sloganları da kullandı. Ama ben kendisini ziyarete gittiğimde biz parası olan bir firmayız, her konuda global ve en meşhur ürünleri tercih ederiz mealinde bir konuşma ile beni göndermişti. Hatta mevcut yerli ürünü değiştirmekle ilgili de bir iki şey söylemişti.
Bir insanın bu kadar tutarsız olması, söylediği ile yaptığının bu kadar zıt olması için ya vicdanının tamamen sönmesi veya hırs, ego, kıskançlık, çıkar, yaranmacılık gibi kötü hasletlerin kıskacına yakalanması lazım.
Bunun için DNA, sosyolojik değişiklikler gibi kelimeleri seçtim. Türk insanı yukarıdaki örnekte olduğu gibi bireysel çıkar odaklı hareket etmeyi kodlarına kazımış mı acaba?
Bireysel çıkarların
İnsan hakları,
Adalet
Hukuk
Ahlak
İşi Ehline Vermek
Yalan Söylememek
Utanmak
İşini En İyi Yapmak
Topluma Faydalı Olmak
gibi olmazsa olmaz değerleri bitirdiği
Yalancılık
Rüşvet
Ahlaksızlık,
Çalma/Çırpma
Adam kayırma
Yalan/Dolan
Yaranmacılık
İş Yapmamak
Topluma Fayda Yerine Bireysel Fayda
gibi problemleri topluma yerleştirdiğini, kabul ettirdiğini, kanıksattığını görmüyor mu acaba?
Bir sürü insan o toplantı, panel ve oturumları dinlemeye ve faydalanmaya geliyor. Peki böyle bir fayda bulabiliyor mu?
Katılanlardan hiç biri
Siz hangi yerli çözüme destek verdiğiniz?
Hangi yabancı çözümü yerli ile değiştirdiğiniz?
Toplam IT bütçenizin içinde ne kadarlık yerli çözüm var?
gibi soruları sormuyor. Bu soruları sormamalarının sebepleri ne acaba? Körler sağırlar birbirini ağırlar mı?
Bu toplantı, panel ve oturumları düzenleyenler de akışı bu şekilde hazırlamıyor, bu veya benzeri soruları sormuyor.
Toplum olarak gerçekleşen veya somut verileri önesemiyor muyuz acaba? Mesela son 5,10,15,20 yıldır AR-GE ye ne kadar kaynak aktardık? Bunun ne kadarı ihracat olarak döndü? Neden dönmedi? Dönmedi ise döndüremeyen sorumu ve paydaşlar hesap verdi mi? Başkasının hakkı yendi mi? Bu kaynaklar A,B,C şirketlerine değil de X,Y,Z şirketlerine aktarılsa idi ne olurdu?
Müslüman coğrafyada gücü ele geçirenlerin neredeyse tamamı hukuk,adalet ve insanlıktan öyle sapıyorlar ki daha sonra sıradan insan olarak yaşama şansları kalmıyor. Onun için de gücü ellerinden zorla alınana kadar gücü ne pahasına olursa olsun ellerinde tutmak istiyorlar. Tam da Peygamberimizin belirtiği gibi
"Ben sizin şirke düşmenizden korkmuyorum,ben sizin putlara tapacağınızı da beklemiyorum,sizin dünyevileşmenizden korkuyorum Malın,Servet'in bollaşacağı dünya sevgisinin kalbinizi ele geçiriceğinden korkuyorum!"
Buna zemin de müsait. Nurettin Topçu diyor ki "Zulmü yapanla zulme uğrayanın dışında kalanlar, ellerine fırsat geçince kendilerinin de zulüm yapma heveslerini içlerinde taşıdıkları için, zulmün kullandığı kuvvete çok defa hayran olurlar.”
Osmanlı'nın çöküş dönemi, Birinci Dünya Savaşı ve Ermeni Soykırımı alanlarında çığır açıcı araştırma ve kitaplarıyla tanınan tarihçi Prof. Taner Akçam "ABD Senatosu’nun soykırım kararı sonrası davalar ve tazminatlar kapıda" diyor. Halkımız, devletmiz veya insanımız bu ve benzeri dünya hukuk sistem içerisinde ileride tazminat ile karşı karşıya kalabileceğimiz hiçbir şeyi görmek ve duymak istemiyor.
“Sorumluluklarımızdan kaçınabiliriz, ama kaçınmanın sonuçlarından kaçamayız"-
On yol sonraya ömrümüz olur mu bilemem ama şimdiden 10 yıl sonra için bir şeyler söylemek ve not bırakmak istedim.
Bir toplumda adalet, ahlak, hukuk ve insanlık, işi ehline verme bitince ve ahlaksızlık, yolsuzluk , kayırmacılık gibi kötü hasletler kabul görünce neler olabileceğini yaşıyoruz. Son 5 yıldır yazdığım yazılar da bunu gösteriyor. Bu trend ile 10 yıl sonra da aynı şeyleri konuşacağımızı şimdiden beyan ediyorum.
Ülkemizde çok ilginç zamanlar yaşıyoruz. Hukukçular uluslararası hukuk kurallarının bir kısmını görmezden geliyor, ekonomistler yorumlarında yine tahkim, olası ceza ve tazminatlar gibi uluslararası riskli ve ekonomiye milyarlarca dolar negatif etkisi olabilecek olayları görmezden geliyor. 2018 başlarında “Sükut İkrardan Gelir” [1] demiştim. Ayrıca Bu dünyayı görmezden gelenler için de “Dünyayı İkna Etmeliyiz” [2] demiştim.
Yine geçen yıl “ Toplumda cesur, adil, ahlaklı, uluslararası hukuka saygılı, insan haklarına en ziyade duyarlı, bulunduğu toplumda kabul gören insanlar, öne çıkanlar — münevverler, entelektüeller ve alimler- bitince, azalınca veya bozulunca toplum da bozulur.” [3] . demiştim.
Uluslararası kalitede adalet , hukuk, kalite, bakış açısı, cesaret olmadan hiçbirşey olmaz da demişim [4].
Temel hak ve özgürlüklere kimse dokunamaz. İnsan olmak en temel hak ve özgürlüktür. Halkın %99 u bile kısıtlayamaz.Referanduma götürülemez.
Çoğunluğun temel hak ve özgürlükleri kısıtlama hakkı olamaz.Mesela “Avrupa’da camiler yasaklansın mı?” diye referandum yapsan halk evet der ama demokrasi ve insan haklarının olduğu hiçbir AB ülkesinde anayasa mahkemesi böyle bir referanduma müsaade etmez.
Hatta bir toplumda 1 kişi haricinde herkes zararlı olsa ve birileri o zararlı toplumu ortadan kaldırmak için o 1 kişi öldürmek istese buna hakkı yoktur.
İnanan bir insan için bir kişiyi haksız yere öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir.
Bunun için öncelikle Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet’te olan ahir
zaman kavramını hatırlatmak gerekir. Aşağıdaki hadisler o zamana bakıyor.
Bugünkü toplum daha az bozulmuş halinin fotoğrafını uzun zaman önce Nurettin
Topçu çekmiş. "Bugün içimizde yapmak, yaratmak, yaşatmak ideali nedir
bilmeyerek, sırf kazanmak, apartman, otomobil sahibi olmak için yaşayanlar
çoğalmaktadır.
Medeniyet, satın alınır zannettik, elbiseyi aldık, insanı göremedik bile ve
hazır aldığımız bu teknik, sahibi tarafından kullanılamayan, sahibine yabancı
bir gizli el tarafından sahibinin hesabına ve onun varlığında kullanılan bir
bıçak gibi, benliğimizde derin yaralar açtı.
Biz ağacı yetiştirmeden meyvesini toplamaktan zevk aldık. Hakikat
aşkını duymuş nesiller yetiştirmeden, insan hayatının değerine dair bir cümle
öğretmeden, ilmin meyveleri olan, hakikatin yemişleri olan teknik vasıtaları
memlekete doldurduk. Netice ne oldu? Memleketin büyük kütlesi adeta mağara
devrinin hayatını yaşarken, iki şehir teknik harmanı haline getirildi.
Üniversitelerine dünyanın her tarafından mütehassıslar getirilen milletin
genç nesilleri bünyesiz, çelimsiz ve öksürüklü bir hale geldi. Avrupa ve
Amerika'nın üniversiteleriyle kendi üniversitelerinden şu son devirde binlerce
mühendis çıkarmış olan bir millet,
kendi yolsuz yurdunda kuşlar gibi uçmak ihtiyacındadır. "
İnsanların büyük kısmı ya yanılmadıklarını zannederler veya yanıldıklarını
kabul etmezler. Bundan dolayı da değişim istekleri yoktur. Peygamber
efendimiz diyor ki
"İnsanlara öyle aldatıcı yıllar gelecek ki o yıllarda yalancılar
tasdik edilecek, doğru söyleyenler ise yalanlanacak. Keza o yıllarda haine
itimat edilecek, emin (güvenilir) kimseye hainsin denilecek."İbni Mace, Fiten 24
Yine Efendimiz (s.a.v) buyurur ki; "Sizin
üzerinize öyle bir zaman gelecek ki o vakit siz, iyilikleri emretmeyen ve
kötülükleri yasaklamayan kimselerin en hayırlı kişiler olduğunu
düşünürsünüz." (Ali el-Müttaki, Kenz, III, 686/8462)
Hatta Peygamberimizin ifadesi ile mü'min kendisini saklamaya çalışır. Yani doğru,
dürüst, ahlaklı, ticaretinde dürüst, memuriyetinde dürüst, rüşvet almayan, yere
tükürmeyen, trafik ışığında sırasını bekleyen gerçek mü’minler saklanmak,
gizlenmek zorunda kalacak.
"Öyle bir zaman gelir ki, o zaman insanların içinde mü'min kendisini
saklamaya çalışır, gizlenir; şu gün, şu anda, bu asr-ı saadette sizin
aranızda münafığın kendisini gizlemeye çalıştığı gibi, saklandığı gibi, o zaman
da mü'min saklanmaya çalışır, kendisini gizler." Râmûzül-Ehàdîs 5041
Ve diğer hadsinde de
“İnsanlar üzerine bir zaman gelecek ki, şimdi sizin aranızda münafığın
gizlendiği gibi, mü’min gizlenecek” (Ali el-Müttakî, XI, 176/31111)
Yani doğru, dürüst, ahlaklı, ticaretinde dürüst, memuriyetinde dürüst,
rüşvet almayan, yere tükürmeyen, trafik ışığında sırasını bekleyen gerçek ml’minler
saklanmak, gizlenmek zorunda kalacak. Aslında gerçek Müslüman ve mü’min vasfına
haiz insanlar o kadar azalacak ve saklanacak ki toplumun neredeyse geri
kalan tamamı onları anlayamayacak.
Yukarıdaki hadisi şeriflerin hepsinde iyilerin çok az olduğu ve kötülük ve
yanlışın toplumu kapladığı ve toplumun da bunu doğru, hayırlı bildiğini aslında
doğrunun toplumun çok çok az bir kısmı belki %1-2 si olduğunu söylüyor.
La Rochefoucauld de der ki "Toplum, gerçek değerden çok yalancı
değerlere önem verir"
"Mescitler, binerli binerli gruplarla, hatta daha
çok sayıda cemaatlerle dolup taşacak; lakin içlerinden tek bir mümin
çıkmayacaktır" (Gümüşhanevî, Ramuz, 2/3742).
Yani günümüzde topluluklar (çoğunluk) hatada bile
isteye ısrar edecek, haklı olduklarını düşünerek yanlışta ısrar edecekler.
İnsanlara rol
model olamıyorsanız, onlar size bakıp dünyevi ve manevi olarak özenmiyorsa,
imanınızı gözden geçirin.
“Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, İman 78) der.
Bir müslüman toplumda yaşayanlar
İşimi kaybederim
Daha düşük maaşlı işte çalışmak zorunda kalırım
Rahatım kaçar
Bu kötülüğü yapan bizim mahalleden
Bana ne
gibi yüzlerce bahane ile ve amalarla bir kötülüğe yukarıdaki hadise şerife uygun cevap vermezse toplum geri gider.
Dini imanı dünyalık olan müslüman toplulukarda yaşayan ve müslüm olan insanların namaz kılması, zekat vermesi veya oruç tutması sizi kandırmasın. Yine hadisi şerifte
“Nice oruç tutanlar var ki, aç kalmaktan başka bir kazançları yoktur. Ve yine nice namaz kılanlar var ki, yorgunluktan başka namazından elde ettiği bir şey yoktur.”(İbn Mace, Sıyam,21) denilmektedir. Diğer bir hadiste ise “Kim yalan söylemeyi, cahilliği ve cahillikle amel etmeyi (günah işlemeyi) terk etmezse, Allah’ın onun yemesini, içmesini terk etmeye ihtiyacı yoktur.”(İbn Mace, Sıyam,21)
Herkesin bildiği gibi toplumlar bireylerden oluşur. Birey bozulursa toplum bozulur, birey düzelmeden de toplum düzelmez. Herkes kapının önünü temizlemeli ki sokak, mahalle, ilçe, il, ülke temiz olsun.
Bozulan toplumlarda iki yüzlülük ortaya çıkar. Bireyler çok dürüst, adil, çalışkan, ahlaklı, temiz, zeki, bilgili, eğitimli, dindar olduklarını iddia ederler ama toplumda tam tersi unsurlar gözlenir.
Toplumlar bireylerden oluşur.
Bir öğretmen MEB den, çalıştığı okuldan veya diğer okullardan öğrenci avlarken,
Doktor sağlık bakanlığından hasta avlarken,
İş adamı hakkı olmayan işi almak için yapması gerekeni yaparken,
Memur işini bilirken,
İmam camiye gitmediği vakitlerde namaz kılmayı bırakmışken,
Herkes her devrin adamı iken,
Kıskançlık almış başını gitmişken,
Hiç kitap okumayan, dünyada ilk 500 e giren üniversitelerde okumayanlar her şeyi bilirken,
Adalet sistemi en kötü toplum oluşurken korkarak görmezden gelenler çoğunlukta iken,
Dünya ile rekabet etmek yerine dünyayı kötüleyenler bir toplumu oluşturuyorken.
Toplumların düzelmesi beklenemeyeceği gibi, bu tür toplumlar herkes bizim gibi olmak istiyor aslında diye diye batarlar.
burada anlattığım problemler artarak devam etmiş ve 2019 yılında dünyaya ürün satabilecek firmalar
ya Türkiye'yi terk ediyor ya da dünyada yer edinmiş Türkler Türkiye'de proje yapamıyorlar.
Türkiye kaynakları verimli kullanamadı [1].
Türkiye’de bölgesel yolcu uçağı üretimi yapılabilmesi amacıyla yapılan girişimler sonucu 2015 yılında; havacılık ve uzay teknolojilerine sahip ABD merkezli sahiplerinin Türk Eren ve Fatih Özmen çiftinin olduğu Sierra Nevada Corporation şirketi öne çıkmıştı. Türkiye’nin de motivasyonuyla SNC kendini ispatlamış ve çok sayıda ülkede uçuş sertifikası olan ve geçmişte ve o dönemde çok sayıda havayolu şirketi tarafından kullanılan Dornier 328 uçağının bütün haklarını satın almıştı.
SNC ve o dönemki Savunma Sanayii Müsteşarlığı (Savunma Sanayii Başkanlığı) bir protokol imzalayarak Türkiye’de üretim yapılacağını duyurmuş, uçağın adının da TR 328 olacağı bir jet bir de turboprop olmak üzere iki versiyonlu olarak D328’in geliştirilerek üretileceğini açıkladı. Bu uçakların ilk uçuş tarihi olarak da 2019 verildi. Aynı zamanda 70-90 yolcu sınıfında bir TRJ628 uçağının da geliştirilerek Türkiye’de üretileceği duyuruldu. Üretim için SNC, “TRJet” isimli bir şirket kurdu. D328’in hakları bu şirkette bulunuyor.
TRJ328 ve TRJ628’in çizim ve modelleri bu süreçte çeşitli etkinlik ve fuarlarda da SNC ve SSM tarafından sergilenmişti [2].
Ama bu proje iptal edildi ve SNC “MERKEL’İN DESTEĞİYLE ALMANYA’DA ÜRETİM” yapacak [2].
Türkiye’den pek çok şirket ABD, İngiltere, AB, Bosna Hersek, Estonya’ya kadar uzanan geniş bir yelpazede ülkelere gidiyorlar, en azından merkezini taşıyor veya şube açıyor [3].
Türkiye Cumhuriyeti Devleti dünyada başka hiçbir ülkenin sağlamadığı AR-GE destek ve teşviklerini veriyor ama dünyada başarılı olmak isteyen şirketlerin de, kişilerin de gözü dışarıda [3].
Türkiye'de kalanlar ise ahbap-çavuş ekonomisi içerisinde ehliyetine göre değil kimi tanıdığı, kimi gördüğüne göre ticaret yapmayı tercih ettiği için içerideki pazardan milyonlarca, hatta bazıları yüz milyonlarca dolar ciro elde etmiş olmalarına rağmen bu finansal avantajı dünyada rekabette avantaja çevirememekte ve Türkiye'ye sıkışıp kalmaktadır. Neden Türkiye'ye sıkışıp kaldı dedim?
Türkiye Dünya yolsuzluk endeksinde 41 puan alarak 78. oldu. 2012'de 49 puan, 2013'te 50 puan, 2014'de 45 puan , 2015'te 42 puan, 2016 da 41 puan ve 2017 de 40 puan almıştı [1].
‘2018 İslamilik Endeksi’: Yeni Zelanda birinci, Türkiye 95'inci sırada [2].
Hukukun Üstünlüğü Endeksi: Türkiye 126 ülke arasında 109'uncu sırada [3].
Küresel Barış Endeksi: Türkiye 3 sıra geriledi, 163 ülke arasında 152. sırada [4].
BM Kalkınma Programı’nın İnsani Gelişme Endeksi’nde Türkiye 64'üncü sırada yer aldı. Norveç’in ilk sırada yer aldı [5].
OECD’nin 11 ayrı kriter aracılığıyla 38 ülkede “iyi yaşam” seviyelerini ölçtüğü “Daha İyi Yaşam” endeksi geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Türkiye 38 ülke içinde 36. sırada[6].
Ekonomik Özgürlük Endeksi’nin 2019 raporuna göre, Türkiye 180 ülke arasında 68’inci oldu. [7].
İlk emri oku olan bir dinin mensupları, “ilim Çin’de de olsa alın” emrine muhatap insanların toplumunda dünyada ilk 500 e üniversite sokamıyoruz. PISA testinde durumumuz ortada[9].
Global dünya aslında bir köy. Hiç kimse, hiçbir ülke veya millet kendi başına ayakta kalamaz. Dünya söyleyecek sözümüz, gösterecek iyi yüzümüzün olması lazım. Aksi durumda hem yaratılma sebebimize aykırı hareket etmiş olur, hem de dünyaya fayda sağlamadan, sadece dünyadan alıp,tüketip giden, insanlık adına hiçbir faydası olmayan yaratılmışlar olarak dünyayı terk ederiz.
Aslında pek çok durumda dünyayı ikna etmek zorunda kalıyoruz [1]. Ama sanki bunu yapmıyormuşuz gibi adalet, insan hakları, hukuk, eğitim gibi konularda dünyayı dikkate almadığımız gibi bazılarımız “onlar düşman”,”onlar Gavur! bizi sevmez” gibi sloganlarla dikkate alanları da çeşitli yöntemlerle yıldırma peşinde.
Dünyayı en önce ikna etmemiz gereken konular ayrıca memleketimiz adına en önemli yapısal reformlardır. Nedir Bunlar? Neredeyse aklı başında ve tarafsız herkesin kabul ettiği konular.
Hukukun üstünlüğü
Adalet
İnsan hakları
Eğitim
Ekonomik gelişmişlik de bunların bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor.
Dünyanın en iyi ekonomistlerinden biri olan Daron Acemoğlu ekonomik gelişmişlik için hukuk ve demokrasi diyor [2].
Türkiye olarak dünyadan kopamayız. Hiçbir ülke veya topluluk da dünya’dan kopmaz.
Karar gazetesinden Ahmet Taşgetiren makalesinde “ Bence hukuk gibi bazı alanların saygınlığının sadece kendi tabanlarımız değil, tüm vatandaşlar nezdinde korunması hayati bir mesele.” [3] dediğinin daha ötesinde bence
Hukukun üstünlüğü
Adalet
İnsan hakları
Eğitim
konularında saygınlığın bütün dünya nezdinde korunması hayati mesele.
Eğitim konusu yılların kanayan yarası ve durum aşağıda.
Bunlar olmayınca hiçbir şey olmuyor. Prof. Dr. Emre Alkın da yapılması gereken reformları aynı şekilde sıralıyor ve iş dünyasına şu soruları soruyor [4]:
Çok mu adaletten memnunsunuz?
Hak ve özgürlükler konusunda ülkemiz çok mu rahat?
Eğitim seviyesi ne durumda?
Bu durumdan çok mu memnunsunuz?
Tabi bu soruların muhatabı olan kesim dünyaya kendini ispat edecek projeler yapmakla ne kadar ilgileniyor? İş dünyasının iş yapış tarzı nedir?
Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün 2018 Yolsuzluk Algı Endeksi’nde 78. sırada yer alan Türkiye “demokrasi geleneği bulunmayan ülkelerle” aynı kategoride değerlendirildi. [5,6]
Pek çok ekonomistin hemfikir olduğu ekonomi sonuçtur ilkesinden hareketle dünyaya hem fayda, hem de insan olarak kendimizi kabul ettirmeliyiz. Dünya gelişmişlik endeksinde 189 ülke arasında 64 üncü olarak [7] kime rol model, örnek olabiliriz?
Prof. Dr. Emre Alkın’ın iş dünyasına sorduğu bu soruları gazeteciler, akademik camia, medya, yazar-çizerlere de sorduğunu zannediyorum.
Hepimizin hemfikir olduğunu sandığım insan olmanın ihale, iş, maaş kaygısı veya daha fazla kazanma, makam mansıp sahibi olma gibi şeylere feda edilemeyeceği gerçeğidir. İyi insan gördüğü kötülüğe eliyle, olmazsa diliyle düzeltmeli [14].
Bu konuda dinimizin emirleri de kesindir. “Kötü bir durum görür. Orada Allah için bir söz söylemesi lâzımdır. Fakat o, bir şey demez. Allah ona kıyamet günü ‘Şöyle şöyle demene engel olan neydi?’ der. O kimse, ‘İnsanlardan korktum’ deyince, Cenâb-ı Hak buyurur: “Asıl Benden korkman gerekmez miydi?” [15].
Robert de Niro nin tepkisi hatırlayın[13]. Toplumlar beğenmedikleri şeylere tepki verebilmeli, her kötülüğü aş ile, iş ile yumuşatıp sineye çekip sukut etmemeli. Sukut ikrardan gelir [16].
Yazar, kişisel gelişim ve başarı uzmanı Mümin Sekman ın tespiti ile [8]
“Vasatlık Türkiye’nin talihsiz bir saplantısına dönüştü”
“Bazıları için ise mesele açlık değil, bambaşka bir şey. Dünyayı kazanmak için ruhunu satmak, tümüyle gönüllü, hemen hemen de ittifakla yapılan bir eylem” John Steinbeck
En büyük problem ise bunları konuşmanın bile toplumun bazı kesimlerinde değişik suç kategorilerine girmesi. Bu değişik zamanlarda dünyanın çeşitli yerlerinde görülen bir durum, buna toplumun destek vermesi ise az görüleni.
Kitlesel olarak ahlakı terk eden ve kötülüğe sessiz kalan toplumların dünyaya rol model olma şansı olmadığını herkes bilir.
George Orwell der ki “Rüşvetçi politikaları, düzenbazları, hırsızları ve hainleri seçen halk kurban değil, suç ortağıdır.”
Mahfi Eğilmez’in dediği gibi “ Kişiler kendi kısa vadeli çıkarları uğruna hukukun üstünlüğüne boş veriyorsa o ülkede yapısal reform yapılamaz”
Türkiye dünyada lider olmak istiyorsa dünyayı adalet, hukuk, insanı hakları ve eğitim gibi temel konularda ikna etmek ve geçmek zorunda. BM, AIHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi), ABD, İngiltere, Hollanda, Almanya gibi dünyaya bu konularda referans olan ülkelerin Türkiye ve Türkiye’de yaşananlar ile ilgili aldığı kararları Türkiye gündemine bile sokmayarak bu makası kapatamayız. Onları; işimiz düştüğünde ikna etmek, hoşumuza gitmeyen bir şey olduğunda “onlar düşman”,”onlar gavur! bizi sevmez”, “onlar bize düşman” , “onlar Hristiyan” gibi sloganlarla yok saymak ne kadar mantıklı?, ne kadar gerçekçi? ve ne kadar ikna edici?. Batının, ABD ve Avrupa’nın iki yüzü vardır. İyi yüzü ve kötü yüzü. Batı veya ABD nin kötü yüzüne bakarak kötü yapmayı tercih etmememiz gerekir, Batı ve ABD’nin iyi yüzüne mesajlarımızı ulaştırabilmemiz gerekir. Y.Zelanda örneğini unutmayalım.
Dünya’ya verilen mesajların arkasını gerçekten aklı ve vicdanı olan herkese hitap eder şekilde doldurmalıyız ki taş yerinde ağır olsun. Kendimizi dünyadan soyutlayamayacağımız gibi dünyayı okumayı ve anlamayı gereksiz ve önemsiz sayamayız.
Batı tümden kötüdür, düşmandır. ABD tümden kötüdür, düşmandır ile dünya ile entegre olmak mümkün değildir.
Aynı şekilde birçok batılı da batı toplumunun kötü tarafı ile yüzleşmekte ve sorgulamakta, eleştirmekte ve değiştirmek ve gün yüzüne çıkarmak için elinden geleni yapmaktadır [9].
Mahfi Eğilmez’in dediği gibi “ Kişiler kendi kısa vadeli çıkarları uğruna hukukun üstünlüğüne boş veriyorsa o ülkede yapısal reform yapılamaz”. Tarihimiz gerçek Müslüman alimlerin hukuka sıkı sıkı sarıldıkları anekdotlarla doludur.
Haçlılara karşı verdiği savaşlarla ünlü melik Baybars, aslında samimi bir müslümandı. Bu Kıpçak asıllı Türk sultanı, Moğolların Suriye’ye saldırdığı sıralarda halkın münbit topraklarını, bahçelerini hâzineye katmak istemiş, bunun için de Suriyeli âlimlerin fetvasına başvurmuştu. Bazı âlimler korktukları için,
bazıları dünyalık elde etmek için sultanın istediği fetvâyı vermişti. Baybars Nevevî’den de fetva istemiş, fakat bu uygulamanın haksızlık olduğuna inanan Nevevî fetvâ vermeye yanaşmamıştı.
Anlatıldığına göre Sultan’ın bu konudaki ısrarları üzerine Nevevî ona şunları söylemişti:
— İyi biliyorum ki, sen bir zamanlar Emîr Bunduktâr’ın kölesiydin. Hiçbir şeyin yokken Allah lütfedip seni melik yaptı. Duyduğuma göre sarayında, eğerlerinin kayışları altından mâmul bin kölen, çeşit çeşit zinet eşyalarına sahip iki yüz câriyen varmış. Bütün bunları onlardan alıp savaş hazırlığı için kullandığın hâlde devlet hâzinesi yetersiz kalırsa, halkın malına el koyman için o zaman sana fetvâ
veririm. Daha sonra Suriyelilere yüklenen savaş vergilerinin ağırlığından söz ederek bu vergilerin kaldırılmasını, müderrislerin maaşlarının azaltılmasını istedi.
Nevevî’nin bu pervâsız sözlerine ve istediği fetvâyı vermemesine çok kızan melik:
— Şehrimden çık git! dedi.
Nevevî:
— Baş üstüne! diyerek Dımaşk’ı terk etti ve Nevâ’ya gitti.
Nevevî huzurundan çıkınca sultan Baybars onun vazifesine son verilmesini ve maaşının kesilmesini emretti. Adamları ona Nevevî’nin bir vazifesi bulunmadığını, dolayısıyla maaş da almadığını, söylediler. Bunun üzerine Baybars:
— Öyleyse ne ile geçiniyor? diye sordu.
— Babasının gönderdikleriyle, dediler. [10,11,12]
Fatih Sultan Mehmet söylüyor.
ABD eski Başkanı Bill Clinton da, Müslüman toplulukların liderleriyle yaptığı bir Ramazan Bayramı kutlaması toplantısında, “Dünyada dört kişiden birisi Müslüman. Kur’ân’ın beni en etkileyen, ‘Ben sizi millet millet, kabile kabile yarattım, tâ ki, birbirinizle tanışasınız, yardımlaşasınız’ âyetidir. Birlik noktalarımız var” sözü de hayatî önem taşıyor. Dolayısı ile bizim gibi düşünmeyenleri islam bile olsa düşman kabul etmekle gidilecek yol yok. Bütün dünya ile entegre olmak ve onlara örnek olmak, maddi ve manevi umut olmak haricinde bir hedefimiz olmamalı.
Bu memlekette dürüst olmanın,doğruyu söyleyip,yanlışı dile getirmenin ağır bir bedeli var.İşte o bedel bizim başımızın tâcıdır. //Muhsin Yazıcıoğlu
Çok açık konuştuğum için beni bağışlayın. Güzel yalanların yardımı olmaz, ama acı gerçekler bir ilâç olabilir. Batı çöküntü içinde ya da dejenere olmuş değil. Kendi kendini kandıran komünizmin ‘çürümüş Batı’ propagandası, bunu acı bir şekilde ödedi. Batı çürümüş değil. Güçlü, örgütlü ve eğitimli. Okulları bizimkilerden iyi, kentleri bizimkilerden temiz. Batı’da insan haklarının düzeyi yüksek ve fakirler ile sakatlara toplumsal yardım iyi örgütlenmiş durumda. Batılılar çoğunlukla sorumlu ve dakik kişiler. Onların ilerlemelerinin karanlık yönünü de biliyorum ve bunun gözümden kaçmasına izin vermiyorum. İslâm en iyisi, ama biz en iyisi değiliz. Bunlar iki farklı şey ve her zaman onları karıştırıyoruz. Batı’dan nefret etmek yerine onunla rekabet etmeliyiz. Kur’ân bize bunu emretmiyor mu; ‘Hayırlı işlerde yarışınız.’”// Aliya İZZETBEGOVİÇ